AB Sürecinde Tehditler, Fırsatlar

Proje yönetimi konusuna bir ara verip, Avrupa Birliği sürecinde geldiğimiz nokta, bu sürecin ülkemiz ve sektörümüz özelinde getirecekleri (ve götürebilecekleri!) hakkındaki kişisel yorumlarımı çok kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.

3 Ekim’de (Emre Kongar hocamız gibi ben de tarih fetişizmine karşıyım ama girilen yolu tanımlamak açısından kullanmayı uygun buluyorum) verilen karar, ülkemizin gelecekteki durumu açısından son derece kritik öneme sahip. Ancak burada “önem” sözcüğünü “kesin gerekliydi, çok iyi oldu.” anlamında değil, sadece bizi son derece ciddi gelişmelerin, değişikliklerin beklediğini vurgulayabilmek için kullanıyorum.

Avrupa Birliğine mutlak karşıt veya mutlak yandaş bir yorum getirmek düşüncesinde değilim. Ayrıca AB üyeliğine karşı olanların büyükçe bir kısmının, neye, kime karşı olduklarını da anlayabilmiş değilim. Karşı olmak beraberinde somut ve genel kabul görebilecek alternatifleri getirmeli diye düşünüyorum.

3 Ekim sürecinde -ki bu süreç en azından bir on yıl kadar alacak gibi görünüyor- tehditler ve fırsatları bir arada görmek mümkün. Algılanan tehditler açıkça ortada ve genellikle Cumhuriyetimizin bütünlüğüne yönelik. Bu bakımdan, AB karşıtlarının endişelerini derinden paylaşıyorum.

Bazı AB yetkililerinin “Kemalizmden vazgeçin”, “Soykırımı tanıyın, tazminat (toprak!) verin”, “Güneydoğuda federatif çözümü gündeme getirin” tarzındaki cümlelerini tüylerim diken diken olarak dehşet içinde okuyorum! Türkiye’yi Türkiye yapan değerleri kaşıyarak kanatmaya çalıştıklarını, tarihimizi bize unutturmak gayretinde olduklarını düşünmeye başlıyorum.

Aynı kişilerin Türkiye’ye geldiklerinde ayaklarının tozuyla, özellikle ve öncelikle Diyarbakır ilimizi ziyaret etmelerini de son derece “ilginç” buluyorum (bu işi bir gezi planı çerçevesinde yapıyor olsalar Diyarbakır’ın muhteşem tarihi güzelliklerini görmeye gidiyorlar diye düşünebilirdik…)

Akla ilk gelen fikir doğal olarak şu; emperyal (yayılmacı) devletler geçmişte savaşla yapamadıklarını bugün politik ve ekonomik yoldan mı yapmaya çalışıyorlar ? Türkiye’nin süregiden AB hikayesi, çok daha büyük bir planın küçük bir parçası olabilir mi ? Şu ana dek verdiğimiz ve vermeye devam edecekmişiz gibi görünen ödünlerin sonu nereye varacak ? Acaba kaynaklarımız bizlerin denetiminden çıkacak mı ?

Bunlar özgün değil, her birimizin aklına gelebilecek düşünceler. Mesele, bu olasılıkları göz ardı etmeden ilerlemek ve her tokalaşmanın ardından “parmaklarımızı saymak” (sanıyorum Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ’un sözüydü bu ?)

Çok net görülemeyen diğer bir tehdit unsuru da toplumsal yaşantımıza yönelik. Dini konulardan bağımsız, yaşam tarzı olarak yakın olduğumuz birkaç Avrupa ülkesi (Yunanistan, İspanya, İtalya…) dışında diğerleri ile toplumsal yaşantı anlamında ortak noktalar bulmamız neredeyse imkansız. Bu çerçevede dayatılacak olan toplumsal kurallar bizlere “uymayabilir”. Nitekim yukarıda saydığım ülkeler de bu alanda zorluklar yaşadılar ve yaşıyorlar.

İş dünyası da sorunlar yaşayacak. Yeni kanunlar, yönetmelikler, prosedürler tüm yerli işletmeleri zorlayacak. Geniş kapsamlı dönüşümler yaşaması gereken kurumların bir kısmı belki de bu geçişi atlatamayacak ve oyun dışı kalacak. Örneğin tarım sektörünün yaşayacağı sorunlar, baskılar daha şimdiden kendini göstermeye başladı.

Gelelim fırsatlara… Beklenenin aksine, kalifiye Türk işgücünün kısmi serbest dolaşımının üyelik öncesi bir dönemde gündeme gelebileceği kanısındayım. AB ülkelerinin azalan nüfusları, yükselen -kalifiye- işçilik maliyetleri bunu zorunlu kılıyor olacak. Avrupalıların “Türkler geliyor!” korkularının kısa zamanda rafa kalkacağını düşünüyorum. Bu durum AB ülkeleri ve Türkiye arasında iyice açılmış olan ücret skalalarını Türk çalışanlar lehine “düzeltecek” (iş dünyasını zorlayacak bir diğer gelişme olarak da görülebilir bu durum.)

Bilişim sektörü ve bilişim çalışanları (yöneticiler, uzmanlar…) için son derece açık fırsatlar görüyorum. Herşeyden önce; artan rekabet baskısı bilgisayarlaşmayı da artıracak. Bilgisayarlaşmanın artması, hem donanımcı, hem yazılımcı hem de entegratör şirketleri canlandıracak. Kurumsal dönüşümler bağlamında, bilişim uzmanlarına ve danışmanlara olan ihtiyaç giderek daha çok hissedilir olacak.

Bilişim şirketlerinin hedef pazarları da bir anda genişleyerek tüm AB ülkelerini içerir hale gelecek. Uzakdoğu ile doğal bir coğrafi köprü olan ülkemizdeki büyük dağıtım şirketlerinin Avrupa ülkelerini birer sevkiyat noktası haline getirmesi hayal değil (geçmişte tersini yaşadık bunun). Aynı şekilde, Avrupa’daki emsalleriyle rekabet edebilecek kurumsal kaynak planlama yazılımlarımızı bizim uzmanlarımız Avrupa şirketleri bünyesinde uyarlıyor olacaklar. İnternet’in gücünü arkasına alan yaratıcı insanlarımızın AB’ye ihracat hamlesi başlatacak uygulamalar geliştirmesi de çok uzak ihtimal değil…

Tüm bunlar olası üyelik öncesinde gündeme gelebilecek şeyler. Avrupa sanayi ve ekonomi devlerinin Türkiye’ye olan ilgisi ve yatırımlarının patlama şeklinde artacağını, bu yatırımların içerideki ekonomiyi de canlandıracağını öngörmek için kahin olmak gerekmiyor. Türkiye’nin tam üyeliğine yüksek ihtimal veren ve erken kalkan yol alır hesabına gidenler şimdiden ülkemize akın etmeye başladı bile. Ancak bu noktada parayı bastırana tarlasını satıpta, bu yabancılar da nereden çıktı diye dert yanan köylünün durumuna düşmemek için uyanık olmak ve ulusal duruşumuzu, sınırlarımızı netleştirmek gereğinin de altını çizmek istiyorum.

Hoşçakalın…